Proje: Ada

Proje: Ada

23 Eylül 2023, kızının ölümünün üçüncü yıl dönümü.

Babalar çocukların ölümünü görmemeli derler, haklılar. Kızının olmadığı her yeni bir güne uyanmak onun için tam bir işkence. Özellikle de onu gülerken gördüğü rüyalardan sonra uyanmak acısını kat ve kat arttırıyor. Dört kere intihara karar vermişti ve dört kere bu kararından vazgeçti. Ölümün bir kurtuluş olduğunu düşünüyordu ama bu kurtuluşu hak etmediğine de kendini inandırmıştı. Hayatını acı çekerek geçirecek sonra da sevdiklerine kavuşacaktı.

Saat 06.30, Kadıköy’deki pasaklı evinde çalar saatin sesiyle uyanmıştı. Eskimiş beyaz çift kulaklıklı bir saati vardı. O yataktan çıkana kadar dünyayı başına yıkan ama yılların acısıyla hafif yumuşamış bir ses çıkarıyordu, o da kendisinden vazgeçmiş gibiydi. Bugün de savaşı yine saat kazanacak ve ona cehenneme hoş geldiğini hatırlatacaktı. Oysa hiç uyanmasa ve rüyasına devam edebilse ne kadar mutlu olurdu. Yataktan çıkmak istemiyordu ama bu lanet günü atlamasının tek yolu işe gidip kendisine uğraşacak bir şeyler bulmaktı. Boş kalmaktan korkuyordu. Boş kalınca hatıralar onu yalnız bırakmıyor, derin düşünce ve acılar peşinden geliyordu.

Tipik güne başlangıç mekânı olan tuvalete gitti, işini gördü, ellerini iyice yıkadı, lavabo da sabunla birikmiş tabakalar vardı ama temizlemekle uğraştıracak kadar kötü olmadığını düşünüyordu. Nasıl olsa misafir falan gelmeyecekti.

Yüzünü yıkamaya koyuldu fakat önce aynaya baktı. Aynanın camları lekeliydi. Kıvırcık saçları terden birbirine girmişti, sakalları az uzamıştı ama hala kirli sakal denilebilirdi. Gözlerinin altı morarmış, teni soluktu. Aynaya bakarken kendine biraz odaklandı, eski eşi şu an ki halini gölse kalayı basardı ama artık yanında değildi. Diş fırçasını aldı ve bir süre ona baktı, bugün değil diye düşünüp yerine koydu.

Aynanın altında duran jöleden bir parmak aldı ve saçları simetrik hale gelene kadar onlarla oynadı.

Kahvaltı yapmayı bırakmıştı, yalnız kahvaltı yapmak rezillikten başka bir şey değildi. Ona bir yandan güzel günleri bir yandan da beş para etmez bir adam olduğunu hatırlatıyordu. Güzel bir ailesi, düzgün bir hayatı, başarılı bir işi vardı. Şimdiyse bunlardan sadece işi kalmıştı o da amirinin insanlığından. Başka birisi olsa onu 50 kere kovmuştu ama Serhat Komiser insanın güzeliydi, adamdı. Zor günlerde yaptığı hataları affetmiş arkasında durmuştu. İşe hala devam etmesinin en büyük sebebi onu hayal kırıklığına uğratmamaktı.

Mavi bir kot pantolon giydi, ütüyle uğraşmasına gerek yoktu. Üstüne mavili tonlardan oluşan kareli bir gömlek attı. Silahını beline taktıktan sonra üstüne de mavi yazlık bir ceket giydi, iç tarafı beyaz iki tarafı da giyilebilen ceketlerden.

Kapıyı açarken birkaç saniye duraksadı, unuttuğu bir şeyler var mıydı acaba? Üstünü yokladı, anahtar, yedek şarjör, silah, cüzdan, telefon, sigara, çakmak her şey yerindeydi. Kapıyı açtı, ses çıkarmadan kapatıp yavaşça kilitledi.

Bugün şanslı günüydü, kimseyle karşılaşmadan üç kat indi binadan çıktı emektarı onu bekliyordu.

2003 model yeşil bir Hyundai Accent arabası vardı. Artık ortalıkta pek görmediğimiz epey eski bir modeldi. Önden baktığınızda şirin bir görünüşü vardı ama içeriye girdiğinizde rengi soluk rahatsız kumaş koltuklar yaşını belli ederdi, ki bu koltuklar ne maceralar gördü, sahibi bile bilmez. Güneşten yerinden hafif oynamış ön konsol ve eskimiş hidrolik direksiyon. İhtiyar gözükebilir ama bu 300 bin kilometre yol yapmış aracın motoru sağlamdı, hem klimalıydı ve az yakıyordu, bir memur için dikkat çekmeyen ideal bir araçtı. Zaten artık üretim yapan bir fabrikası yoktu, Türkiye’de yeni model araçlar için fabrikaların 2025’te tekrardan üretime girebileceğinden bahsediliyordu haliyle ikinci el fiyatları kötü ekonomiyle birlikte uçmuştu.

Fazla oyalanmadan yola koyuldu. Eski emniyet müdürlüğü ve çoğu şube kapanmış merkez eski belediye binasına taşınmıştı. Tünel kapalı olduğundan ve artık bir köprü olmadığından haremden vapurla karşıya geçti. Ardından eski tramvay yolu üzerinden belediyeye ulaştı. Bina tüm İstanbul emniyetini karşılayabilecek büyüklükte değildi, oldukça eskimişti. Güvenlik için etrafına beton bariyerler kurulmuş, ağır silahlarla desteklenmişti. Polis eskisinden daha fazlasına hazır olmalıydı. Kapıda kimliğini okutup içeri geçti. Sabah toplantısına geç kalmamıştı. Asayişte bu sabah 8 kişi vardı, 40 kişilik salonda 8 kişi, en arkaya oturdu, dizlerine doğru başını öne eğdi müdürü dinlemeye başladı.

Yeni vakaları değerlendirdiler sessizliğini toplantı bitene kadar korudu, herhangi bir soru sormadı, sorumluluk almaya çalışmadı, kafasını bile kaldırmadı. Bu zamanlarda klasik haline gelen soygunlar, cinayetler, kayıp kişiler, kara borsacılar, mafyalar, çeteler. Çok fazla iş yok denecek kadar personel vardı.

Toplantı bittikten sonra Serhat yanına çağırdı.

“Görüşmeyeli nasılsın?”

“İyiyim efendim.” İyi olmadığı sesinden de tipinden de belliydi.

“Güzel güzel… biliyorum zor bir dönemden geçiyorsun, umarım toparlıyorsundur.”

“Eh…” tabi ki toparlamıyordu.

“Seninle tekrardan eski günlerdeki gibi sohbet etmek isterim ama şu an sana acil ihtiyacım var. Sana güvenebilir miyim? Hazır mısın?” herkes birisini ya da bir şeyini kaybetmişti, yarışmaya ya da tartışmaya girmeyecekti.

“Tabii… Olabildiğince”

“Güzel içeride beni pek dinlemiyorsun farkındayım, özel bir görev için birisini istediler ama elimde boşta kimse yok, sahalara dönmenin vakti geldi hem kafanı dağıtman için de iyi olacağını düşünüyorum.”

“Özel görev mi?”  

“Evet eleman eksikliği her yerde malumun. Şehir dışında bir görev, kayıp bir çocukla alakalı. Hemen itiraz etme. Buradan uzak ufak bir adadaymış.”

“Kayıp bir çocuk için İstanbul’dan adanın tekine bizden birini mi gönderiyorlar? Neden?”

“Valla bilmiyorum emir büyük yerden. Bu tarz olaylarda en tecrübeli sensin. Yarın orada olmanı istiyorum.”

“Peki adı ne bu adanın?”

“Burgum Adası.”

Devador – Yeni Dünya

Devador – Yeni Dünya

İnsanlar savaşların gürültülü olduğunu düşünür oysa duyduğumuz sadece nefesimizdir. Adrenalinle karışmış hızlı alınan nefesler. New York’ta bir şeylerin ters gideceğini biliyorduk ama bu derecede büyük bir olay yaşanacağını tahmin etmemiz mümkün değildi. Şehirde 8,5 milyon insan yaşıyordu, yaklaşık 35 bin polis vardı. Şehir civarında dört tane askeri üs vardı ama şehri böyle bir saldırıya karşı koruyacak ekipmana sahip değillerdi. Ekibim Merav’ı takip için şehre gelmişti sıkı adamlar olsak ta görevimiz gözetlemekten ibaretti. Saldırı başladığı anda New York kütüphanesine doğru metro ile geçmeye karar verdik, bu ilk şoku atlatıp hazırlanmamız için ufak bir zaman kazandıracaktı. Ardından Empire State’e doğru gidebilir yüksek bir mevkiden yerini bulmaya çalışabilirdik. Saçma bir karardı belki ama bu o an için hayatımızı kurtarmıştı.
Dışardaki patlama seslerini duyabiliyorduk ama risk alıp metroda kalmaya karar verdik. Şansa ne hattın elektriği kesildi ne de bizim kullandığımız kesim hedef oldu. Kütüphane durağına geldiğimizde insanlar zaten dolu olan metroya yığıldılar önümüzü açmak için kuvvet uygulamaya çalıştık son çare olarak Mike havaya bir kaç el ateş etti. Kaçan sivilleri geride bırakıp dışarıya doğru gitmeye başladık, çıkışa yaklaştıkça patlama sesleri şiddetlendi ne olduğu konusunda fikrimiz yoktu ama sesler tanıdığımız silah sesleri değildi. Başta Merav’ın bir şeyler yaptığını düşündüm ama karşımıza çıkan uçan gemileri gördükten sonra bunun tek bir adamın işi olabileceği fikrinden vazgeçtim. Sigara şeklinde büyük kara metal yığınlarıydılar. Filmlerde gördüğünüz küre şeklinde parlak şekillerle alakaları yoktu. Onlardan çok daha büyük ve uzundular ve en önemlisi çoktan atmosferin hemen üzerine kadar gelmişlerdi. Buraya gelene kadar nasıl hedef alınmadıkları konusunda bir fikrim yoktu.
Hızlı bir şekilde düşmanımız hakkında bilgi toplayıp hedefimizi tekrardan gözlem altına almalıydık. Kendimizi yüksek binalardan birisinin altındaki güzel bir kahve dükkanında konumlandırdık. Empire State kadar yüksek değildi, hedef olması daha az olası diye düşündük. Karşımızdakilerin ne tarz canlılar olduğunu, teknolojilerini, taktiklerini, güçlü veya zayıf yönlerini bilmiyorduk. Uydularımızı çoktan indirmiş olmalıydılar zira tüm iletişim olanakları kesikti, cep telefonlarımızdan, irtibat erimizin taşıdığı uydu telefonundan veya telsizden sinyal alamıyorduk. Dükkanda duran eski tüplü televizyonda da herhangi bir yayın yoktu. Ne yapacağımızdan emin değildik, Merav neredeydi bilmiyorduk. Etrafta tam bir kaos vardı ama bir plan yapmaya odaklandık. Öncelikle binanın çatı katına çıkmamız gerekiyordu, ne olduğunu görmemiz etrafa hakim olmamız lazımdı. Bina yaklaşık 50 katlı olmalıydı asansöre binme riskine giremezdik. Tepeye çıktıktan sonra hedefin konumu tespit etmeye çalışıp o noktaya doğru harekete geçebilirdik. Herhangi bir hava saldırısına uğramamayı ummaktan başka şansımız yoktu ama riski azaltma adına ikiye ayrılmaya karar verdik. Bir grup karşıdaki binaya benle Mike ise dükkanın bulunduğu binanın tepesine çıkacaktık. Sokağı gözlemleyip ikinci partiyi karşıya yolcu ettikten sonra dükkandan çıkıp binaya girdik ve merdivenlerden çıkmaya başladık. Kondisyonumuz yerinde olduğundan hızlıca yukarı çıkıyorduk beş altı kat çıktıktan sonra caddeden çok büyük bir patlama sesi geldi. Metal bir şey toprağa çarpmış gibiydi hareket etmeyi bıraktık ve dinlemeye çalıştık… Duyduğum şeyi tarif etmem çok zor. Toplu bir feryat. Diğer ekibin hedef olduğundan emindim. Onlara yardım etmemizin ya da durmamızın imkanı yoktu, merdivenleri çıkmaya devam ettik.
Çatıya çıktığımda istemsizce gök yüzüne baktım, ilerde Merav’ı görebiliyordum, kendi boyunda bir karartıyı boynundan yakalamış gibi havada tutuyordu. Onu bırakıp yere düşmesini seyrederken karartı binaların arasında kayboldu tepesindeki gemiler ona yaklaşırken parlamaya başladı, karadaki düşman birlikleri de ona doğru uçmaya başlamıştı ki ortalıkta bir uğultu duyulmaya başladı bunlar gemilerin atışa hazırlanma sesi gibiydi önlerindeki boşluklarda ışıklar belirmeye başlamıştı. Aynı sırada şehirden çığlıklar yükseliyordu, alev seslerine eşlik eden çığlıklar… Silahlar susmuştu, patlamalar bitmişti. İşgal bu kadar hızlı nasıl bitebilirdi? 

Hedefte olmasına rağmen sakin olduğunu düşünüyordum sonuçta her şey bitmek üzereydi değil mi?

O an gözlerinden ışıklar çıktığına yemin edebilirim, bir melek gibiydi, çok güzeldi… Tüm ışıltısıyla birlikte bir şimşek gibi yere doğru uçtu, sonrasında hatırladığım tek şey anlık bir ışık ve ardından gelen sessizlik. 

——————————————————————————————–

İşte orada! Kahramanımız. Yorgun ve bıkkın,
Sessizlikten daha suskun.
Gözleri toprağa, kalbi güneşe dönük.
Tekrardan terk edilmiş yalnız bir adam.

Benim için son bir kaç hafta hayatımın en ilginç dönemiydi. Şans eseri kendimi gizli bir görevin parçası olarak buldum, yurt dışında özel operasyonlara katıldım, dünya dışı yaşamla bilinen ilk temasın bir parçası olarak tarihe geçtim. Çoğu insan dünyaya önemli bir şeyleri başarmak için geldiğini düşünür ve hiçbirini başaramadan ölür. New York uzaylıların istilasına uğradığında oradaysanız anlatacak bir hikayeniz vardır hatta bir kaç filme konu olma olasılığı…Amerikan denizcileri, süper kahramanlarla birlikte kötü işgalcilere karşı savaşır, 4 Temmuz günü zafer kazanılır. Epey kayıp vardır ama zafer bizimdir. Kahramanımız sevdiği kızla güzel bir poz verir ve son. Klişelerle dolu tipik bir Hollywood aksiyon filmi.

Oysa hayat tek bir kişinin hikayesinden oluşmaz. Arkadaşlarınızı, masum insanları kaybedersiniz, adına zafer dediğiniz şey bir aldatmacadan ibarettir. Bugün de o günlerden birisiydi.

“Bu yolculuğa özgür olmak için çıkmıştık… yapmamız gereken tek şey dokunmak, sadece dokunmaktı.” diye konuşmaya başladı.

“Neden bahsediyorsun?” dedim, anlamsız konuşuyordu, aklımda tonla soru vardı ama kafamı toplayacak kadar kendime gelememiştim. Az önce önümde duran cılız adam inanılmaz bir şey yapmıştı.

“Çok uzun zamandır yolculuk ediyoruz Jack, insanlığımızı terk edeli o kadar uzun oldu ki ne hissettiğinizi hatırlamıyorum bile. Burada yaşananları değiştirebileceğimizi yanılgısına kapılabilirsin ama tek yapabildiğimiz felaketin boyutunu sınırlamak oldu.”

“Lanet olsun! Neden bahsediyorsun?” diye bağırdım. Karşımdaki canavar hala kendi derdinden bahsediyordu, yapabilecekleri, onca gücüne rağmen sonuçta aklına gelen tek çözüm bu muydu?

“Ne hissetiğin kimin umurunda? Neden? Neden beni kurtardın?”

“Çünkü insanlık adına birisinin karar vermesi gerekiyor. Neler olduğunu görmüş, bizi görmüş birisinin yapacağım şeyden önce karar vermesi gerekiyor?” dedi. “Ne kararı?” diye sordum isteksizce, tükeniyordum. Bizi uyarmaya gelmişlerdi. Adını bilmediğimiz bir kadın Amerika’ya düşmüş burada bir şirket kurup bizi savaşa hazırlamaya çalışmıştı, kocası “Merav” çok geç olana kadar bulunamamıştı Türkiye’ye düşmüş, kaybolmuştu. Bulunduğunda ise kimse onu dinlemedi. Hükümet üzerinde deneyler yapmaya çalışırken uykusundan uyandı, başta biraz sorun çıkarsada ilgisi hızlıca dünyaya geliş sebebine kaydı ve eşini bulana kadar herkesi uyarmaya çalıştı. Kimse çılgın bir adamı dinlemedi, farklı güçleri var olabilirdi ama kimse onu ciddiye almadı, anlattıklarından ziyade kendisini bir tehdit olarak gördüler ve cezalarını çektiler… hayır… cezamızı çektik.

“Bir kapı açabilirim, iki dünya arasında, seninkiyle benimkiyi birbirine bağlayan.” dedi ama ses tonu değişmişti, kararsızlığı sesini titretiyordu. “Bu iki tarafıda etkileyecek bir konu, kapıyı bir kere açarsam iki dünya sonsuza dek birbirine bağlanacak ve sonuçlarına iki tarafta katlanmak zorunda kalacak.” dedi. Kapı? Ne kapısından bahsettiğini bilmiyordum.

Bildiğim şey önümde duran cılız adamın 5 dakika önce tüm New York’u yok ettiği ve şu anda şehrin küllerinin ortasında eserine bakmakta olduğuydu. Daha fazla dayanamadım, kendimden geçtim.

Devador – Özgürce İlk Adım 12

Devador – Özgürce İlk Adım 12

Özgürlük nedir? Kısıtlamalar olmadan istediğimiz gibi konuşma, düşünme, hareket etme? Gerçekte özgür düşünebilmek için kendi koyduğumuz kuralları da geride bırakmamız gerekmez mi? Yıllarca biriktirdiğimiz fikirler, tecrübelerimiz özgürlüğümüzü kazanmada önümüze çıkan birer engel değil mi? Ya da içinde bulunduğumuz toplum ve birlikte yaşamanın gerektirdiği kurallar? Yaşamak için çalışmalı, borçlanmalı değil mi? Her şeyi geride bırakıp kendimizi bir yerlere götürsek bu sefer doğanın, hayatın bize dayattığı kurallarla yaşamak zorundayız. Özgürlük ütopik bir fikir, fiziksel dünya içinde mümkün olabilir mi bilimeyiz ama Merav için özgürce atılacak ilk adım çok yakındı. Sadece önündeki son engeli aşması gerekiyordu. Engelin ne olduğundan habersizdi ve ıssızlığa doğru yürüyordu.

Az önce kız onu bir geçitten geçirerek bulunduğğu tepeye bırakmıştı. Beyaz tenli, uzun ince ve yumuşak saçlı genç bir kızdı sonunda bu kısımları net seçebilmişti. Gülümserken dişleri kör edici bir ışıltıda parlıyor gözleri ışık saçıyordu. Tüm bu endamının yanında sebebini bilemediği bir güç onu önünde diz çökmeye zorluyordu gülümsemesinin ardındaki sebep bir kaç dakika sonra ortaya çıkmıştı. Aynı ışık şehrin ortasında belirmiş ve büyük bir patlama olmuştu. Kızın bir insan olmadığından artık emindi.

Yorgun düşmüştü o tırmanış yaşadıkları bithap düşmesine sebep olmuştu. Elinden daha fazla şey gelmesini isterdi, insanları kurtarabilmek onlara yardımcı olabilmek ama yapamıyordu, zayıftı. Etraf kötü insanlarla doluydu. Kaos, savaşlar hikayelerinin başından beri peşlerini bırakmamıştı. Tüm insanlığın hatta Nysera’da ki tüm canlıların. Arkasını dönüp şehre baktı, alevler ve duman etrafa yayılıyordu. Bu kadar acıya sebep olan neydi? O masum insanları hayatları kime zarar veriyordu? Ölmelerinden hoşlanan birileri var mıydı? Uzaktan onları seyreden ya da onlar gibi her gün binlerce insanın hikayesini okuyan, duyan? Acı bir döngü tüm diyarı kasıp kavuruyordu ama kimse bunun farkında değildi. Okuduğu kitapları düşündü, kendisinden başka aynı kitapları okuyanlar yok muydu? O sadece basit bir köylü çocuktu kendisi bu acının farkına varıp durdurmak isterken şehirdeki büyük asilzadelerin, zengin tüccarların, güçlü büyücülerin ya da onlarla birlikte olan öğrencilerin hiçbiri duruma bir şey demez miydi? Belki de hepsi bu değirmenin bir parçasıydı hayatı öğütmekten zevk alıyorlardı. Sonuçta hocası bile onu bırakıp…

İleride başta ona yabancı gibi gelen ama biraz daha dikkatli bakınca hocası olduğunu fark ettiği adamı gördü. Yorgun gözüküyordu. Neden burada bekliyordu?

“Sana her şeyi anlatmak isterdim ama çok yorgunum evlat. Yolculuktan bıktım artık.”

Merav heyecanla adama doğru hızlıca yürümeye başladı ama adam elinin kaldırarak dur işareti yaptı.

“Yolcuların tek bir hedefi vardır ama bazen yolculuk bu hedefi onlara unutturur.”

“Nedeni ne olursa olsun amacımız o güçlü varlıklardan birisine dönüşmektir ama nerdeyse tamamımız bu yolculukta yok oluruz. Bazıları yolculuğumuzun ilahi bir sebebi olduğunu düşünebilir ama aradığımız şey sadece güçtür. Biliyor musun araştırmalarımın sonunda yolcuların ancak ve ancak belirli koşullarda yükselebildiklerini öğrendim.”

Merav bir adım geriledi, adamın niyetinin iyi olmadığını hissediyordu kendini hazırlamaya başladı.

“Belirli kişiler, belirli bir zamanda belirli bir olay karşısında yolculuklarını tamamlayabiliyorlar. Bu gücün efendisi olmak için her şeyden vazgeçmen gerekiyor, sevdiklerinden bile.”

İhtiyar cümlesini bitirir bitirmez Merav’a doğru bir alev topu fırlattı. Merav yana zıplayıp kurtuldu, hazırlıklı olmasaydı kurtulması imkansızdı. Adama bağırdı.

“Ne yapmaya çalışıyorsun?”

“Bu yolculuktan sıkıldım evlat, sevdiğim birisini kurban edersem bakarsın ben de yükselirim.”

İki alev topu daha fırlattı Merav yine kaçındı ama peşine üçüncü bir tanesi önüne düştü. Çarpmanın etkisiyle geriye doğru fırladı.

“Şehre geri dönmesiydin seni sevdiğimi fark etmeyecektim, hahaha, birilerine bağlanmayalı çok uzun zaman olmuştu, bu belki de son şansım olacak, geber!”

Bu sefer sağ elinden bir şimşek Merav’ı vurmak için çıktı, Merav basit bir kalkan büyüsü yaparak saldırıyı durdurdu. Tek dizinin üstüne çökerek kalkana daha fazla güç vermeye başladı. İhtiyarın şakası yoktu, çılgın olduğunu biliyordu ama bu bambaşka bir şeydi. İnsanları yeterince tanıyamadığını çok kötü bir şekilde öğrenmesi gerekecekti.

“Seninle tanıştığıma gerçekten çok memnunum tam da vazgeçmek üzereydim, hissettiğim heyecanı anlayamazsın! Sonunda!”

Çok daha şiddetli bir büyüyü Merav’a doğru fırlattı, kalkan alevlerle kaplandı. Şehirdeki kadar büyük bir patlama değildi ama Merav’ı nerdeyse yerinden zıplatacaktı. Büyücü iki eliylede kalkanı ayakta tutmaya çalışıyor ileri doğru ittiriyordu ama ihtiyarda vazgeçecek gebi değildi bu seferki saldırısıyla çocuğun işini bitirecekti. İkiside birbirlerine doğru güç çığlıkları atıyor çocuk yere doğru sıkışırken adam karşı tarafta devleşiyordu karanlık bir ifadeyle kahkalar atarak Merav’ı sıkıştırıyordu. Merav gücünün tükenmekte olduğunun farkındaydı, karşısındaki adamı yenemez veya bu şekilde daha fazla savunmada kalamazdı. Bir geçitle buradan kaçması lazımdı ama nereye kaçacağını düşünecek zamanı yoktu. Tek elini yere doğru indirip bir işaret çizmeye çalıştı aynı anda ise kalkanı gittikçe inceldi kalan tüm gücü ve umuduyla birlikte yerde bir geçit açtı ve aynı anda ihtiyarın büyüsü kalkanı parçalayıp onu vurdu.

Bir çığlıkla geçide düşerken gözleri kapanırken bir anlığına ihtiyarla göz göze geldiğini hayal etti adamın gözleri yaşlarla dolu ve hayal kırıklığı içindeydi ama pişmanlık yoktu, Merav’sa geçide girmesiyle birlikte kendini suyun üstündeymiş gibi hissediyordu. Sanki bir rüyadaydı ve birazdan uyanacaktı, kızla yaşadığından çok daha uzun bir süre geçitte kaldığını fark etti sonra yüzünde bir rüzgar hissetti gözlerini açtığında yere çakıldı.

Canı acıdı ama çiçek kokuları alıyordu. Başını kaldırıp etrafa bakmaya çalıştı, çok yorgundu ve ateşler içindeydi. Mavi gökyüzünün altında güneşli bir havada ova gibi bir yerin ortasındaydı. Ölüyor olduğunu düşündü, hayatı nasıl da çabucak bitmişti. Göz yüzüne baktı, tek elini havaya kaldırdı uçmakta olan kuşlardan birisini yakalayacakmış gibi yaptı, doğayı dinledi, kuşları, rüzgarı, yaprakların hışırtısını; huzurluydu. Kendini garip hissediyordu keskin acı giderek azalıyor yerini bir uyuşma ama derin bir ağrı alıyordu. Gözleri bir anlığına yıldızlara kaydı kendini onlara yakın gibi gördü, sonra bakışları bedenine geri döndü. Bedeni parçalanacakmış gibi titremeye başladı. Duyduğu sesler yükseliyordu sanki çok daha uzaktaki şeyleri duyuyor gibiydi yıldızların dönüşü bile duyduğundan emindi, sesler çok fazlaydı acıyla bağırdı. Elleri ışıldamaya başladı, başı dönüyor, midesi bulanıyordu ters dönerek ellerinden destek alarak kalkmaya çalıştı. Gözleri yanmaya başlamıştı tekrardan bakışı değişiyor bir anda farklı yerlere gidiyordu kendini toplamaya çalıştı gözlerini kapatıp tüm bedenine hükmetmeye çalıştı, odaklandı acıya değil ama kendisine. Gözlerini tekrar açtığında yanma kaybolmuştu, yerden bir metre havadaydı, uçuyordu ama kanatsızdı! Rüyada olmadığından emin olmak için kendisini çimdikledi acı hissetmemişti ama rüyada da değildi. Etrafına bakınırken yere indi, kendini güçlü hissetmeye başlamıştı. Yerinden kımıldamadan gök yüzüne baktı burası neresi diye düşündü? Başına ne gelmişti? Yapmak istediği tek bir şey vardı, yürümek.

Özgürlük Merav için tamamen bilinmezliğe atılan bir adımdı, gülümseyerek.

Devador – Özgürce İlk Adım 11

Devador – Özgürce İlk Adım 11

Bir uğultu duymaya başlamıştı ve hafif bir karanlık kulenin etrafını sarıyordu. Kule’nin etrafı bir büyü ile kaplı olmasına rağmen değişiklik içeride hissediliyordu. Fırtınalı havalarda evde tek başına kalırken hissettiği gibi korkuya kapıldı Kule korunuyor olmalıydı ama korku giderek büyüyordu. Kıza baktığındaysa vurdumduymaz birisini gördü, sanki hayatı tehlikede değilmiş gibi kitapları hızlıca karıştırmaya devam ediyordu, kuleden nasıl kaçacakları meçhuldü, kaçtıklarında bir orduyla karşılaşmaları muhtemeldi ve en önemlisi kız birazdan tüm kitapların yok olacağını söylemişti yine de kendi sözlerinden pek etkilenmemiş gibiydi.

“Buradan nasıl çıkacağız?” diye sordu Merav. Kızsa başka bir konuda konuşmaya başladı.

“Biliyor musun? Buraya gelirken neden geldiğimi bilmiyordum, odamda yalnız başıma yatıyordum ve rüyamda bir şeyin bana seslendiğini duydum. Bu çok ilginçti zira birisinin bana odamda seslenebilmesi pek mümkün değildi.”

Tek kaşını kaldırıp Merav’a doğru baktı ya da baktığını var saydı zira hala kızı göremiyordu.

“Uşağım birisinin rüyama girip beni buraya çağırmasının pek mümkün olmadığını büyük ihtimal benim bir şekilde buraya gelmem gerektiğimi düşündüğümü ve rüyamda kendi kendime seslenmiş olabileceğimi söyledi.”

 Merav kızın bir öğrenci olduğunu düşünüyordu başından beri ama kız bir öğrenci gibi konuşmuyordu. Zaten şehirle ilgili herkes savaşa katılmıştı.

“İnsanlara ilgim yok diyemem, sonuçta yıllardır uzaktan onlara bakıyordum ama buraya beni getirecek kadar önemli ne olabilir sence?”

Merav kızın ona baktığını görünce cevap  verdi

“Bilmem…”

“Aynen acemi bir büyücü, usta bir kaç büyücü, yanmakta olan bir şehir ve dışardaki iblis, sanırım ufaklıkla ilgilenmem gerekecek ama önce seni buradan çıkaralım tamam mı?”

Bir iblis mi? Dışardaki seslerin kaynağı o muydu? Karanlığın? İçindeki korkunun? Bir avcının yaklaştığından habersiz, ölmeyi bekleyen bir kurban gibi kulede kapana sıkışmıştı.

“Bir geçit açmanın en kolay yolu bulunduğun noktayla hedef noktayı birbirine bağlayacak bir hatıradır, nereye gideceğini bilmeden geçit açmaya çalışırsan bir dağın içinde veya denizin dibinde uyanabilirsin, gideceğin yerin o an boş olabilecek bir yer olmasıda önemli sonuçta başka birisinin üstüne yapışman hoş olmaz”

“Pekala çok şanslıyız ki şehre gelirken bir tepeye uğramıştım ve orasının boş olacağından eminim”

Sesler yükselmeye kule titremeye başlamıştı. Kız zamanın geldiğini biliyordu Merav’a sarıldı.

“Yanlış anlama sadece ayağıma takılmanı istemiyorum.

Önlerinden mordan bir çember belirdi kız Merav ile birlikte içine atladı, Merav gözlerini kapattı ve bir çığlık attı. Gözlerini geri açtığındaysa kulenin dışında büyücüyü terk ettiği tepede kendisini buldu. Şehre bakarken büyük bir patlama oldu ve kule yerle bir oldu. Kayalar bir toz yumağının içinde etrafa uçuyordu. Kız Merav’ı bıraktı yüzüne baktı ve gülümsedi Merav ilk kez yüzünü görebilmişti.

“Belki tekrar karşılaşırız”

Bir ışık kızın olduğu yerde belirdi ve kız aniden ortadan kayboldu.

Lield:

İblis başarılı olmanın gururuyla uluma-çığlık karışımı bir ses çıkardı. Sonunda kendi formuna dönebilmişti, şehri ve merkezindeki kuleyi yok etmişti, efendisinin sebeplerini sorgulamaya cüret edemezdi ama yaptığı işten çok memnundu. Aniden arkasında bir ışık kaynağı hissetti döndüğünde parıldayan bir şey elinde kılıçla onu ikiye bölmek üzereydi pençeleriyle kılıcı önlemeye çalıştı ama çok geçti ikinci bir patlama kulenin önünde yaşandı.

Devador – Özgürce İlk Adım 10

Devador – Özgürce İlk Adım 10

Hayat hızlandı diye düşündü merdivenlerden kurtuluşuna doğru koşan cesur kahraman. Yalnız yaşarken hayat ne kadar da yavaştı zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Her gün aynı şeyleri yapıyor arada bir yakacak odun toplamak için ormana gitmek ya da yiyecek bir şeyler almak için pazarda alışveriş yapmak dışında hiçbir rutinlerinin dışına çıkamıyordu. Lanet pazar bile aynı gündü, gidip aynı şeyleri alıyor, aynı yemekleri yiyordu ama artık her şey farklıydı. O geri zekalı kapısına dayandığı günden beri hayat çok hızlıydı, evet hayatı tehlikedeydi, belki birazdan ölecekti ama buna değer mi sorusuna verilebilecek tek cevap “kesinlikle” olacaktı.

Bize biçilen rolleri yaşıyoruz diye düşündü. Daha fazlasını istemek suç muydu? Evet sade bir hayatı vardı ama insanlara karşı hep iyi davranmıştı. Görevlerini zamanında yerine getirmeye çalışıyordu. Bu bir ödül gerektirmez miydi? Saf olduğu için ödüllendirilmeli miydi? Böyle bir şey istemek saflığını boz muydu? Daha fazlasına sahip olmayı istemek? Yaşadığı sıkıcı hayattan kurtulup maceralara atılmak ama gerçek macerala! Dünya çok büyüktü, çeşit çeşit ülkeler garip ırklar, kötü canavarlar, güzel elfler bin bir çeşit canlı etraftaydı ama o küçük bir yere sıkışıp kalmıştı. Kurtulmak için canı tehlikeye girene kadar harekete geçmemişti, bu onun en büyük suçuydu. Bir şeyleri değiştirebilir bir iz bırakabilirdi ama yapmadı, bekledi. Birisi gelip onu bu zindandan kurtarsın diye bekledi. İşin ilginç yanı onu kurtarmaya gelen adam bir zindandan alıp başka bir zindana atmıştı ama kabul etmek gerek bir daha görebilseydi o gerizekalıyı teşekkür ederdi.
Kule’ye kapatılalı, merdivenleri kızla birlikte çıkalı ne kadar zaman olmuştu bilemiyordu, beş dakika? Ya da on? Gekil’in odası en üst kattaydı orada buradan çıkmak için bir planı olmalıydı. Tek giriş çıkışı olan bir kulede yaşamak büyücüler için pek akıl işi olmasa gerekti. Bir yerlerde kesinlikle büyülü bir geçit vardı ve bunun yeri ya en alt ya da en üst olması muhtemeldi, sonuçta yatakhaneye bir geçit koyamazlardı değil mi?
Yorucu bir sürenin ardından tepeye ulaştılar geniş bir holden hoca’nın odasına doğru geçtiler. Koyu soğuk-gri taşlar, duvarlardaki meşaleler sanki kulenin tepesine değil bir zindana geldikleri izlenimini veriyordu. Merdivenlerle oda arasında her iki taraftan dörder meşale vardı, kapı girişindeyse taşlara sarmaşık şeklinde oynamar yapılmıştı. Kız tereddüt etmeden içeri daldı. Eski eşyalarla dolu bir odaydı, yaşlı bir ihtiyarın emekliliğini geçirdiği bir yer gibiydi, etraf kitaplarla doluydu geri kalan şeylerse çeşitli hatıralar olmalıydı. Kızın ilk daldığı şey büyük kitaplarla dolu kısım oldu, kitapları tek tek alıyor hızlıca karıştırıp yere atıyordu. Merav kızı uyarma gereği duydu “dikkatli ol, kıymetli olmalılar” Kızsa ona şaşkınlıkla cevap verdi “mutlaka kıymetliler ama birazdan hepsi yok olacak bence sen de bir şeyleri kurtarmaya bak.”

“Kurtarmak mı? Tek yaptığın kurcalayıp yere atmak?”
“Evet hepsini hızlıca ezberliyorum, daha sonra hatırlayıp birilerine yazdırabilirim”

Merav kızın dediğini anlamaya çalıştı, başaramadıktan sonra esas soruna odaklanmaya çalıştı dışarından sesler gelmeye başlamıştı değişen neydi? Cevabı sadece kız biliyordu.

Devador – Özgürce İlk Adım 9

Devador – Özgürce İlk Adım 9

Kuleler kurulmadan çok önce Nysera’nın ilk zamanlarında büyüyü ilk kullanan tür İblisler olmuştu. Onların esaretinden kurtulmak için bu gizli yeteneği keşfeden diğer türler zamanla bilgilerini toplayıp paylaşmak için kuleleri inşa etmişti. Lield şehri bu kulelerden birisi etrafına kurulmuştu ve artık alevler içeresinde yok olmaktaydı. Ani bir saldırıyla şehri ele geçiren birlikler herhangi bir yağmalama girişiminde bulunmadı hatta tam tersine şehirdeki tüm savunmalarla birlikte yaşayanları yok ettikten sonra şehri boşaltmaya başlamışlardı. Ana kapının dışına düzenli adımlarla ilerliyorlar, hizaya geçiyorlardı. Komutanları başardıkları işten oldukça gururluydu, toplama bir orduyla büyücülere karşı bu kadar hızlı bir zafer kazanmak takdir edilmesi gereken bir başarıydı. Siviller… siviller onun hedeflerine ulaşmasında önüne çıkan gereksiz zayiatlardı ama aldığı görev netti “hiçbir canlı bırakılmayacak, ardından şehir boşaltılacak”

“Ordunuz iyi iş çıkardı muhterem komutan” dedi kıyafetleri gibi kapkara bir ata binmiş adam. Yorgun kırışık bir yüzü vardı, özellikle alnı çok kırışıktı, epey zor bir hayat yaşamış olmalıydı. Arkasında ufak bir çocuk vardı adamın beline tutunmuş korku dolu gözlerle olanları izliyordu. En fazla yedi yaşında olmalıydı, kısa düz saçlı toprak tenli bir çocuktu. Çocuğu böyle bir yere getirmesini düşündükçe patronundan daha fazla çekiniyordu, kesinlikle normal bir insan değildi. İşi onlara verirken büyük bir peşinat vermişti, geri kalan kısmı ise birlikler çekildikten sonra bilgisini vereceği bir yerde yaptıracaktı. Kendi gibi siyah giyinmiş iki tane koruması vardı, cesur veya deli olmalıydı. İkinci seçeneğin daha ağır bastığına hükmetti.

“Evet ama Kule’ye giremedik, oraya nasıl girmeyi planlıyorsunuz?”
“Bir çaresine bakacağız, siz hızlıca kağıttaki bölgeye doğru gidin ve kalan ödemenizi tamamlayın, şehirde kimse kalmadı değil mi?”
“Evet.”
Arkasına dönüp çocuğa seslendi “Güzel, şimdi şehri ziyaret edelim tamam mı?” Çocuk heyecanla başını salladı. Komutan şaşkınlık içinde onlara bakarken adam korumalarını geride bırakarak şehre kapıdan giriş yaptı.

Şehir yanıyordu, etraf iğrenç kokuyordu ama çocuk buna aldırış etmedi. Böyle bir şehre hiç gelmemişti, kuzeyde elbette daha büyük şehirler vardı ama bu ülkeyi ziyaret etme fırsatı bulamamıştı. Önlerinde uzanan meydandan kuleye doğru yavaşça at sürüyorlardı, tutunduğu adam titremeye başlamıştı manzaradan etkilenmiş olması muhtemeldi. İnsanlar her ne kadar güçlü numarası yapsalarda da özlerinde çok zayıflar diye düşündü. Rol yapma konusunda oldukça başarılıydı gezdikleri kasabalarda, karşılaştıkları askerler, büyücüler karşılarında hep korkmuş masum bir çocuk görmüştü oysa o hiç korkmuyordu.

Kulenin önüne geldiklerinde yaşlı adam attan indi ardından çocuğu bir hazine gibi havaya kaldırarak hafifçe yere indirdi.

“Gitme zamanın geldi ihtiyar” çocuğun sesi kalınlaşmıştı. “Emriniz olur efendim” diye cevap verdi adam çocuğun arkasında iki büklüm olmuştu. Hızlıca atına yöneldi ve dört nala şehrin dışına doğru sürmeye başladı.

Shinom’un insanlarla son karşılaşmasından bir kaç yüz yıl geçmişti. Şimdi insanlara ait bir şehirdeydi gözde sembollerinden birisini yok edecekti. İblisler büyük savaştan beri insanların saflık sembollerine hakaret etmek için çocuk şekline bürünüp kötülük yapıyordu. Bunu bilen pek insan yoktu zira onlara bu haldeyken yaklaşan genelde uzun süre canlı kalmazdı. Çocuk şeklinde bir iblis lordu lield’de kulenin önünde ileride ölmüş askerlerin oraya zıpladı, sert bir şekilde yanların indiğinde yer hafif sarsıldı. Gücünü gölgeleyen büyüyü hafifçe aralıyordu önce fiziksel ağırlığı ardından büyü gücü, sesi, göz renkleri hızlıca değişmeye başladı ama kuleyi yıkacak son büyüyü yaparken bir çocuk olarak kalacaktı.

Askerlerden birisini tuttu ayakları çıplaktı artık ve kan içinde duruyordu, adamı kaldırdı ve tatmin olmaz gözlerle baktı. “Gerçekten çok zayıflar”.

Tekrardan kulenin önüne gitti, yüzünde bir gülümsemeyle ellerini vücudunun önünde birleştirecekmiş gibi havaya kaldırdı arından karnına doğru indirdi ve bir şeyler fısıldamaya başladı. O sözlerini söylerken şehirdeki ölüler toz parçalarına dönüşüyordu, gök gürlemeye, rüzgar alevleri savurmaya başlamıştı. Tozlar kulenin etrafında toplanırken gök yüzünde de bir göz belirdi etrafından çıkan büyük bir hortum kulenin üst tarafını sarmaya başladı.

Bir kaç dakika sonra kule dev bir patlamayla yok olurken yalnız bir çocuk şehrin ortasında çılgın gibi kahkahalar atıyordu

Devador – Özgürce İlk Adım 8

Devador – Özgürce İlk Adım 8

“Sakin ol. Heyecanlanma.” dedi iç ses. Az önce kulenin içine atılmıştı, kulede yalnız kalmış olması gerekiyordu zira herkes savaş için dışarıdaydı, peki bu kız kimdi? Onu nasıl tarif edeceğini bilemiyordu, güzeldi evet. Onu gördüğünde korkudan daha çok heyecan duymuştu ama garip bir şekilde kızı tarif edemiyordu. Onda bu kadar güzel olan neydi? Saçlar, ten, bakışlar? Saçları ne renkti ki kızın? Ya da teni? Baktığında harika bir şey gördüğünü biliyordu ama tam olarak neye baktığını bilemiyordu, garip. Kızlarla pek tecrübesi olduğu söylenemezdi ama bu kıza aşık olmak üzere olduğundan emindi tek sorun gerçekten neye aşık olmakta olduğunu bilmemesiydi, sanki bir şey algılarını kapatıyordu.

Kıza değil bulunduğu duruma odaklanmaya çalıştı. Dışarıdan gelen sesler kesilmişti, ani bir sessizlikti bu. Daha önce savaş görmemişti ama böyle büyük çaplı bir olayda seslerin aniden kesilmesi garip olmalıydı değil mi? Ne bir zafer çığlığı ne de bir feryat, hiçbir şey duyulmuyordu. Acaba bu da kule’nin savunma büyülerinden birisi miydi? Belki içeri girerken ayağı takılmış ve başını bir yere çarpıp bayılmıştı, bu da bir rüyaydı, tabi ya bu bir rüyaydı, kızı da o yüzden…

Kız nerde diye düşündü? Demin durduğu yerde değildi. Etrafına baktı, onu göremeyince önce panikledi ama biraz sonra merdivenlerin yukarısından sesini duydu. “Fazla vaktimiz yok, hızlı ol!” Sesi tüm kulede yankılandı.

Merdivenlerden çıkmaya başladı, peşinden koşuyordu ama onu bir türlü tam göremiyordu. Saçları ne renkti gerçekten? Kıyafeti beyaz gibiydi ama bir anlığına siyaha benziyordu. Bunun bir rüya olmasından ciddi ciddi şüpheleniyordu ama rüyalarını kontrol etmeyi uzun zaman önce öğrenmişti. Bir kabusun içinde olmadığına emindi bu yüzden kendini olayların akışına bırakıyordu. Dışarıdan hala bir ses gelmiyordu ama kız gittikçe hızlanmaya başlamıştı. Merav yorulup yavaşladı, nefes nefese kalmıştı camlardan birinden dışarıya bakıp nefeslenmeye niyetlendi ama garip mor renkte bir şey pervazlardan itibaren onları kapatmıştı, savunma büyülerinden birisi olmalıydı bu zira ışığı bile zor geçiriyordu, büyük ihtimal havada almıyordu ama ne şans ki içeride sadece iki kişi vardı. Bilmediği bir sebepten acelesi olsa da bir dizinin üstüne çöküp en azından kısa  bir süreliğine nefeslenmeye karar verdi, büyü yapabiliyor olması fiziksel olarak da güçlendiği anlamına gelmiyordu, maalesef…

Kızın ayakkabılarının patırtıları Merav’ın durmasıyla birlikte kesildi ardından aşağıya doğru yavaş bir ses gelmeye başladı sanki havada süzlüyormuş gibi ara ara ses kesiliyor ama bir şeylerin hareket ettiği hissi devam ediyordu. Üç dört dakika sonra önünde belirdi, uçmuyordu ayakları üstündeydi! Merav’ın yanına gelip elini tuttu, sanki bir buz parçasına tutunmuş gibiydi çok soğuktu ama bu fiziksel bir soğuk değildi bedeni anlam veremediği bir serinlikle kaplanmıştı, hem dehşet verici hem de rahatlatıcı bir serinlik.

Kız “Kule birazdan tuzla buz olacak, bence hızlıca en üstte çıkıp dışarıya açılan bir kapı bulmalıyız” dedi, Merav’ı elinden sıkıca çekerken. “Büyücülerle aşağıda savaşanlar kuleye karşı bir şey yapamazlar, onlardan çok daha güçlü birisi şehre gelmek üzere, o geldiğinde burada olmak istemezsin”. Yüzünden acı bir ifade vardı, Merav onu nasıl bir gözle gördüğünü merak etti.

Hem bunları nerden biliyordu? Haklı olabilir belki ama ah o merdivenler! Ama kız elini tutuyordu zayıflığını ona gösteremezdi, şaşkın erkeklik gururuyla tekrardan koşmaya başladı. Hoca Gekil’in odasına varana kadar bir daha durmadılar.

Devador – Özgürce İlk Adım 7

Devador – Özgürce İlk Adım 7

Ölümle yüzleştiklerinde insanların aklına ne gelir? Aileleri? Sevdikleri? Hiç birine sahip olmayan Merav’ın aklına hoca Gekil den başka hiç bir şey gelmiyordu. Öylesine savaşıyordu sesleri duymuyor etrafına dikkat etmiyordu sadece elindeki toza odaklanmıştı. Kızgındı bu insanların çoğu kendisi gibiydi masumdular ona doğru koşan adi kiralık asker topluluğu masumların kanını döküyordu sadece para için sebebini bilmedin savaşıyorlardı. Bu ne büyük düşüncesizlikti? Ne büyük bir haksızlıktı? Bir çıraktı savaşın seyrini değiştirecek derecede etkili bir şey yapamazdı, elinden gelenin en iyisini yapmalıydı. Verebileceği en büyük zararı vermek istiyordu bunun için alan etkili bir büyü yapmalıydı rüzgâra sihirli sözler fısıldadı elindeki tozları ileriye doğru fırlattı rüzgârda isteğine cevap verip hepsini uçurdu ve en öndeki askerlere çarptı. Her bir toz tanesi patladı büyünün etkisiyle ilk sıradaki askerlerin yüzleri parçalandı zevk bağrışları yerlerini küfürlere ve gözyaşlarına bıraktı. İçeriye girilmesinin ardından surlardaki birlikler arkalarından vuruldu kaçacak bir yerleri yoktu. Şerefleri için teslim olmuyor sonuna kadar çarpışıyorlardı. Son asker sırtını taşa vermişti. Arkadaşlarının ölülerine bakarken gözleri doldu. Dün meyhanede sarhoş olmuş akşam eşiyle zevkin doruğuna varmıştı oysa şimdi ölüm meleği onun için gelmişti. Kılıcını şuursuzca kendisini saran düşmanlarından birine doğru savurdu. Kedi tırmalaması gibi ince bir çizik attı çizikten çıkan kanları gördüğünde oda yere düştü, öldürdüğü adamın gözlerine baktı “Ben kazandım” dedi. Merav’ın şehre girişi kolay olmuştu Gekil onun için bir kapı yapmıştı ondan başka kimsenin bilmediği, görmediği bir kapı. Kapı hocanın odasına açılıyordu çıkıyordu bu özellikle yapılmıştı zira malzemeyi getirebilseydi büyü burada hazırlanacak ve şehir kurtulacaktı ama olmadı, Başaramadı. Ne kadar dayanabilirlerdi bilmiyordu uzun sürmeyeceği kesindi şehir çoktan işgal edilmişti ordu karargâhının çevresinde ufak tefek çatışmalar oluyordu bunun dışında herhangi bir engele takılmadan (tecavüz ve hırsızlığı engel olarak görmüyoruz) kuleye doğru ilerliyorlardı. Savunan taraftaki büyücülerin çoğu öğrenciydi çeşitli bölgelerde kalkan büyüleri yapıyorlardı ama yaptıkları büyüler kızıl büyücüler tarafından kolaylıkla deliniyordu bu çocukların profesyonellere karşı savaşmaları çok büyük cesaretti ama cesaret kazanmaya yetmiyordu güç gerekliydi ve şuan güç düşmandaydı. Korkmuyorlardı ölümü kabul etmişti bu çocuklar kulede aile ortamı kurulmuştu kardeşleriyle, hocalarıyla birlikte savaşıyorlardı bağlılıkları sınırsızdı. Kardeşi için kim ölmez ki? Ölen bu çocuklar için önemli olan birlikte olmaktı… Şehirdeki süvari sayısı çok azdı askerler kulenin arkasını koruyorlardı düşmanlar öteki taraftan geldiği için bir şey yapmıyorlardı. Çığlıkları dinlemek komutanın yüzünü buruşturmasına neden oluyordu burayı koruması emredilmişti “Ne fark eder ki?” dedi. Askerleri görev yerini bırakmak savaşın tam ortasına girmek istiyordu onları daha fazla tutamazdı arkadaşları ölürken beklemek… Harekete geçtiler caddeye düz olarak girmeyeceklerdi yan yollardan birine geçip saldıracaklardı bu şekilde düşmanı şaşırtmayı umuyorlardı. Caddenin ortasında savaşan birlikler yavaş yavaş kuleye doğru çekiliyorlardı sayıları azalmıştı düşmansa her geçen dakika şiddeti artan bir kuvvetle saldırıyordu kuleye geldiklerinde ne olacaktı? Merav savaşmayı bırakmış insanları izlemeye başlamıştı birazdan hepsi ölecekti ama kimse korkmuyordu anılarından bahsediyor arkadaşlarına teşekkür ediyorlardı onları kıskandı. Kulenin koruyucusu olan Paladin ona doğru geldi;

“Her şey için teşekkürler, bugün iyi savaştın evlat” dedi. Hüzünlüydü görevi sona ermek üzereydi yapılacak son bir şey kalmıştı.

“Ama yetmedi” diye karşılık verdi oda üzgündü şehri kurtarabilirlerdi oraya ilk ulaşabilselerdi.

“Şimdi senden son bir şey yapmanı istiyorum”

“Tabi ne olursa”

“Kuleye gir, bu senin savaşın değil. Hayatta kal!”

“Nasıl…”

Şaşırmıştı böyle bir şey beklemiyordu bu onun da savaşıydı oda bir masumdu. Sözünü bitiremeden adam onu tuttu ve kulenin içine soktu bir yumrukla onu devirdi ve kapıyı kapatmaya başladı

“Bu senin savaşın değil. Ölmek zorunda değilsin hayatta kal ve olanları gelenlere anlat onlara söyle bu insanlarla savaşmak benim için büyük onurdu”

Kapı kapandı Paladin’in gürlemesini duydu

“Hücum!”

Kule önündeki insanlar süvarileri görünce coşkuya kapılmış onlarla birlikte saldırıya geçmişti bir süre sonra sesler kesildi Merav karanlıkta bir türlü açamadığı kapıyı yumrukluyordu savaş bitmişti birazdan oda ölecekti. Kendisini onlardan biri olarak görüyordu ama değildi yalnız kalmıştı. Biri omzuna dokundu arkasına döndüğünde karşısında bir kız vardı. Uzun boylu, Siyah kıvırcık saçlı, parlayan mavi gözlere sahip bir kızdı karşısında ki kim olduğunu bilmediği bir kız mavi gözlü siyah kıvırcık saçlı? Kalbi sıkıştı, nefessiz kaldı, heyecanlandı…

“Bitti” dedi kız. Ölümle yüzleştiklerinde insanların akıllarına ne gelir? Merav’ın aklında karşısındaki kızdan başka hiçbir şey giremezdi.

Devador – Özgürce İlk Adım 6

Devador – Özgürce İlk Adım 6

Kasidur atları, ne kadar da güçlüdürler üzerlerine binen dev gibi savaşçıları zırhlarıyla birlikte kolayca taşıyabilirler. Şehirler arasında hiç durmadan koşarlar buna rağmen hiç yorulmazlar. İki yolcuda şuan fazla zorlanmadıklarının farkındaydı hem Merav hem de hocası oldukça hafif kalıyorlardı paladin onlara kendi atlarını vermişti yanlarına aldıkları malzemelerle bile onun yarısı kadar ağırlık yapıyordular. Atlar Lield’in taştan yollarında hızla ilerlerken boş caddelerdeki sessizliği nal sesleri bölüyordu. İki siyah at ve üzerlerindeki iki büyücü şehrin çıkışına olanca hızla gittiler onları uzaktan gören muhafızlar kapıyı açmaya başlamışlardı atlar o kadar hızlıydı ki kapı daha tam açılmadan aradan fırlayıp gitmişlerdi.

Yol başlarda düzgündü dört tarafta da hiçbir tepe yoktu ufukta terör topraklarını görebiliyorlardı yeşil alanlar bir noktadan sonra bitiyor ardından çöle benzeyen bir bölge ortaya çıkıyordu. Buraya çöl demek yanlış olmazdı ama çölde bile canlılar olurdu buradaysa sadece ölüler vardı ne bir bitki ne bir böcek hiçbir canlı burayı konaklamak için seçmemişti. Ölümün huzurunu bulmuşlardı hepsi çoğu acı içinde ölmüştü yanarak , kılıçtan geçirilerek, oklar ve mızraklarla delik deşik edilmiş parçalanmışlardı. Evet buraya çöl denemezdi buraya ancak bir mezarlık denilebilirdi .İçindeki ölülerin uyumadıkları , mezarlarında sessizce kıyameti beklemeyen tam tersine dünyaya kıyameti yaşattıkları bir mezarlık. Yaşayan ölülerle dolu bu topraklarda Merav hiçbir ölüyle karşılaşmak istemiyordu istediği tek şey geldikleri gibi buradan çıkabilmekti.

Beklemedikleri şekilde şanslıydılar çölden kuzeydeki dağlara kadar hiçbir yaratıkla karşılaşmadılar onları durdurmaya çalışan tek şey esen sert rüzgardı. Nefes alabilmek için yüzlerini kıyafetlerinden yırttıkları parçalarla kapadılar kum her taraflarına girmişti insanı deli gibi kaşındırıyordu . Ama kaşınmaya vakitleri yoktu çünkü koca şehir daha doğrusu koca bir kule ve içindekiler onları bekliyorlardı. Dağlara ulaştıklarında atlarından indiler sert bir yokuşu tırmanmaları gerekecekti atlar her ne kadar güçlü olsalar da böyle dik bir yokuşu tırmanamazlardı kayalar düzgün yürümelerini engeller tepe taklak aşağı yuvarlanırlardı.

“Merav sen burada atlarla kal”
“Olmaz seninle geleceğim yukarda neyle karşılaşacağını bilmiyorsun” inatçılı olacağı belliydi.
“Ben bilmiyorum da sen mi biliyorsun? Ufaklık sana söylediğimi yap atların kaçmasını göze almayız yada bir canavar tarafından yenmelerini . Kuleye yürümek istemezsin değil mi?”
“Hayır ama sen orda…”
“Merak etme bana bir şey olmaz sen burada bekle hemen döneceğim”
“Tamam”

Yaşlı yolcunun yokuşu tırmanışını izlerken Merav yeniden düşüncelere dalmıştı . Adama hayranlık duyuyordu bu yaşına rağmen ne kadar da güçlüydü ,korkusuzdu ideal bir baba modeli olarak görüyordu onu. Kendi babasını bırakın ailesini hiç tanımamıştı o hep bunların ihtiyacını duymuştu. Acaba kuleye zamanında varabilecekler miydi? Hiçbir fikri yoktu…

*** Lield ***

Düşmanların gelişi çok çabuk olmuştu şehir dört bir taraftan öyle çabuk kuşatıldı ki o anda bir saldırı yapılacak olsa şehir hemen düşerdi. Gariptir düşman bu zafiyetin farkında olmasına rağmen şehre saldırmamıştı bir şeyi yada birini bekliyor gibiydiler. Düşman ağırlıklı olarak kapıları tutmuştu dışarıya çıkış olmadığı gibi içeriye girişte artık mümkün değildi. Gekil yolcuların şehre ulaşabileceklerini sanmıyordu büyük ihtimal ya ölmüşlerdi yada ölmek üzerelerdi. Birliğin asıl kuvvetleri ön kapı önüne yerleşmişti önde mancınıklar kuruluyordu. Fazla okçuları yoktu bu kuşatmayla fazla oyalanmayacaklarını göstergesiydi. Gekil kapıyı geçip direkt şehre girmeyi planladıklarını düşündü bu yüzden bu bölgeyi korumak için bizzat kendisi kapını üstündeki hisara çıktı. Şehir de beklenilenden az asker ve sivil bulunuyordu savunmayı destekleyecek birlikler azdı, şehirde bulunan tüm okçular surlara yerleştirildi mancınıkların arasındaki alanlarda duruyorlardı. Mancınıkları bir miktar piyadeyle birkaç büyücü koruyordu.

Şehirdeki askerler böyle bir gücün karşısında durmaya yetmeyecek potansiyele sahip olmadıklarını biliyorlardı ana plan Merav’la hocasının üzerine kurulmuştu onlar gelene kadar şehir askerler ve büyücüler tarafından savunulmaya çalışılacak düşman birlikleri olabildiğince oyalanacaktı eğer büyücüler başarısız olursa herkes kuleye çekilecek ve ölümüne savaşılacaktı.

***Terör Toprakları***

Merav sıkılmaya başlamıştı hocası uzun bir süredir yoktu. Endişelerinin doruğa ulaştığı bir anda hocası ileride gözükmüştü.

“Ne oldu buldun mu onu?”
“Hayır lanet olasıca orada değildi ahhhhh biri bizden önce gelmiş ve o işi yaramaz parçayı alıp götürmüş”
“Bu nasıl mümkün olabilir? bizden ve okulun yöneticilerinden başka kimsenin bilmediğini düşünüyordum”
“İçlerinde bir köstebek olmalı, eğer öyleyse şehir çoktan düşmüş olmalı… Hadi yola çıkalım”
“Nereye?”
“Başka bir yere ama şehre değil.”
“…ama onlara söz vermiştik!”
“Yolcular sözlerini tutmak zorunda değil”
“…ama”
“aması yok şehre dönmüyoruz hadi atına binde yola çıkalım”

Yaşlı büyücü sözlerini bitirdiği gibi atına atlamış yola çıkmaya hazırlanmıştı. Merav onun tersine oldukça yavaşça hareket etmişti canı sıkkındı pek cesur biri olduğunu düşünmüyordu ama o sözünü tutmanın onu eskisi gibi yaşatmayacağını biliyordu cesur olmayabilirdi ama onurlu biriydi evet doğru söz buydu onurlu bir insan o sözünden dönemezdi ne olursa olsun… gerekirse hocasından ayrılırdı.

Atlarıyla önce izledikleri yolu izleyip geri dönmüşlerdi fakat şehre dönmeyeceklerdi . Yol ayrımına geldiklerinde Merav duraksadı, hocasıysa duraksamadan şehrin aksi yöndeki yola saptı bir süre gittikten sonra kaşlarını çattı arkasını dönmedi. Merav bunu yapamazdı o insanları orada ölüme terk edip gidemezdi hocasına baktı ama ona bakmıyordu, arkasını bile dönmemişti atını şahlandırdı ve şehre doğru hızlıca at sürmeye başladı. İçinden hocasına hoşça kal dedi.

***Lield***

Önce mancınık atışları geldi. Ateş almış koca büyüklükteki kayalar surlara ve şehrin içine yağdı. Bazıları kaya yerine gazla doldurulmuş fıçı fırlatıyordu. Fıçıların ucu ateşe veriliyordu hedefe çarptığında fıçılar patlıyor sıvı gaz alev alarak etrafı ateşe veriyordu. Bu saldırılar özellikle surların arkasındaki yapılarda yangın oluşmasına sebep veriyordu. Yangınlar art arda gelen saldırılarla daha da şiddetleniyor etrafa kara bir duman yayıyordu. Surların arkasındaki yangın surların üzerindeki askerleri pek etkilemiyordu şansa rüzgar şehrin içine doğru esiyor dumanı askerlere gelmeden dağıtıyordu. Düşman saldırısına karşılık şehirden de mancınık ateşleri başlamıştı. Karşılıklı kayıplardan sonra düşman ordusundan ilk birlik şehrin üzerine atıldı.

Merdivenler taşıyan askerler şehir surlarına doğrumu ölüme mi koştuklarının pek farkında değildi. Şehirden gelen ilk ok dalgası önden gelen askeri yere sermişti arkalarındakileri ise büyücüler al aşağı etmişti. Düşman kayıplara rağmen durmadan saldırıyordu ama saldıran birlik toplam ordunun ufak bir kısmıydı nedense hep birden saldırmak yerine sadece içlerinden bir parçayı feda ediyor gibi görünüyordu.

Gekil sadece izliyordu… bir şeyler bekliyordu neler oluyordu ne olacaktı hissettiği bu şeyler neydi sesler duyuyordu ,fısıldamalar. Ne dediklerini anlamıyordu gözleri şehre saldıran çaresiz birliğe bakıyordu neden buraya gelmişlerdi? Saçma bir ticari anlaşmazlık mı? Böyle bir orduyu toplamak uzun zaman alırdı sorunlardan önce hazırlanmış olmalıydı… Oda neydi bir karartı gördü… Askerlerin arasında biri sıyrıldı üzerindeki büyüyü kaldırıp Gekil’e koca bir alev topu fırlattı. Hoca saldırıyı az önce fark etmişti karşı bir büyüyle ölmekten kurtulmuştu hemen kendisi de bir alev topu hazırlayıp bağırarak düşmanın üzeri fırlattı ama düşmanı orada değildi bölgenin etrafındaki askerler ateş alırken hedefi olan büyücü ortada yoktu. Onu ararken üzerine doğru bir alev topu daha geldi… ardından bir tane daha… ver bir tane daha…

***Kuşatma ordusu gerisi Lield dışı***

Merav son sürat şehre gelmişti son tepeyi geçmeden önce atından indi eğilerek şehre baktı.
“Bu olamaz!” çığlığı basmıştı etrafına baktı kimse yoktu. Gördüğü şeye inanamadı şehrin ana kapısının üstünde Hoca Gekil’i gördü. Hocaya bir çok büyücü alev topu fırlatıyordu çok büyük büyücü olmalıydılar çünkü alev topları aşırı derecede büyüktü belki de başka bir büyüydü bu. Alev topları Gekil’i görmesini engelliyordu oluşturduğu büyü onu ne kadar koruya bilirdi ki? Hocaya baktı adamın dizlerinin üstüne çöktüğünü gördü büyüsü artık onu korumuyordu üstüne gelen son alev topu onu alıp götürdü.

Devador – Özgürce İlk Adım 5

Devador – Özgürce İlk Adım 5

Her iki yolcuda yemekten sonra kuledeki insanlarla tanışma imkanı bulmuştu. Merav öğrencilerle konuşurken yaşlı hocasıysa öğretmenlerle sohbet ediyordu. Konuştukları kişiler farklı olsa da her ikisinin de amacı aynıydı: şehirdeki durum hakkında bilgi edinmek.

Öğrenciler Merav’a büyük ilgi göstermişlerdi kendilerinden farklı birini görme onları heyecanlandırmış ve de meraklandırmıştı. Ona hocası hakkında , öğrendiği büyüler hakkında ve de yolculukları hakkında sorular soruyorlardı .Kendileri cevaplarını alırken Merav da onlara şehir hakkında sorular yöneltiyordu .Şehrin yapısı, halkı, tarihi, önemli mekanları ve kişileri … hepsini bu öğrencilerden öğreniyordu. Onlarla konuşurken geleceklerini de düşünüyordu çoğu okulu bitiremeyecek senelerini boşa harcamış olacaktı, bitirmeyi başaranlarsa çok yetenekli olmadıkları sürece küçük kasabalara yada şehirlere atanacaklar orada halka ve de yönetime yardımcı olacaklardı. Hayatlarını sürekli başkalarının sorunlarını gidermekle geçirecek ve sonunda yaptıklarını arkalarında bırakarak hak ettiklerinin azını kazanmış olarak öleceklerdi. Kendiyse eğer hocasının yolunda giderse hep seyahat edecek yeni yerleri görecek yeni insanlarla tanışacaktı. Ömründe bir çok heyecanlı macera yaşayacak ve sonunda belki bir Büyü Efendisi olacaktı. Önünde daha iyi bir geleceğinin olduğunu düşünüyordu ama bir yandan da aklına Yolcuların çok fazla düşmanları olduğu geliyordu .Peşinde hurafelere inanan aklındaki bilgileri çalmaya çalışan bir çok avcı olacaktı belki de belki de çok kısa bir zaman sonra ölecekti.

Öğrenciler Merav ile sohbet ederken öğretmenleri de hocasını bilgilendiriyordu. Anlattıklarına göre tüccarlar birliğiyle şehir satıcıları arasında para konusunda anlaşmazlık çıkmıştı ..Başlarda büyük olmayan tartışmalar yaşanırken birkaç hafta içinde ardı ardına her iki taraftan da kişiler öldürülmüş ortam gerilmişti. İmparatorluk bunun üzerine kendi satıcılarının tarafını tutmuş ve şehirdeki askerleri kullanarak sorun olan tüccarları bölgeden uzaklaştırmıştı. Bunlar yaşanırken öldürülen tüccarların olması meslektaşlarını intikam almaya yöneltmiş ve şehre bir nota çekmeye varacak kadar işi ileri götürmüştü. Şehir valisi notaya sert bir şekilde cevap vermiş ve tüccarların şehre girmesini tamamen yasaklamıştı bundan sonra ortam daha da gerilmiş ve tüccarların bir ordu topladığı duyulmuştu. Anlatılanlara göre İlik Krallığından ve Terör Topraklarından toplanmış dört ila beş bin arası paralı asker şehrin kuzeyindeki dağların arkasında kamp kurmuş ve şehre saldırmak için zaman kollar olmuştu. Bu saldırıya karşı şehri savunacak bin ila bin beş yüz kişi bulunuyordu bunların bir kısmını halk ve okuldaki öğrencilerin oluşturması gücün kabiliyetini epey düşürmüş olacaktı ; bu yüzden ki Gekil yolcuları çağırmış onlardan şehrin savunmasında önemli bir rolü olacak taşı almalarını istemişti. Öğretmenlerin ve Gekil’in yolcuya anlattıklarına göre taş tüccar ordusunun arkasında beklediği dağlarda bir mağaranın içinde saklı bulunuyordu. Dağlarda bir çok canavarın yanı sıra tüccar ordusunun askerleri de bulunuyordu buna mağarada ki tuzaklarda eklendiğinde bu iş normal kişilerin yapabileceği bir şey olmaktan çıkıyordu.

İki yolcuda aldıkları bilgilerden sonra odalarına çekilmek üzereydi birkaç dakika konuştular ikisinin de ortak noktaları görevin tehlikesiydi ölmeleri büyük olasılıktı öte yandan vaat edilen altın ve de eşyalar görevi almalarını kabul ettirecek kadar değerliydi. Görevi almaya karar verdiler planları sabah hazırlanmak ve akşama doğru yola çıkmaktı ikisi de bunu düşünerek odalarına çekildi ve uykuya daldı.

Kulenin yolcuların kaldığı kesimi sessiz ve de karanlıktı tıpkı kulenin tepesine çıkarken olduğu gibi fakat bu sefer yolcular uyuyor olmalıydılar. Suikast çiler bunu düşünerek koridorda hareket ediyorlardı ikisinin de aldıkları emir kesindi: Mavi Kuleye büyücülere ve şehre yardım edecek kim gelirse onları öldüreceklerdi. İşi bıçakla yapacaklardı odalara sessizce girecek ve yolcuların boğazlarını keseceklerdi ikisinin de çıkaracakları ses sadece boğazlarında gelen hafif hırıltı olacaktı. Eğer boğazlarını kesmeyi başaramazlarsa basit bir yara açacaklar ve bıçaklarındaki zehri vücutlarına geçireceklerdi bunun sonucunda da iki dakikadan daha az bir sürede iki yolcuda ölecekti. Planlarını uygulamak üzere ikisi de yolcuların kapılarının önüne geçtiler kuzeydeki oda Merav’ın güneydekiyse hocasınındı. Koridorun sonunda bir pencere vardı bir şey olursa diye oraya uzun bir ip bağlamışlardı oradan kaçmayı planlıyorlardı.

Önce güneydeki kapıda duran katil kapıyı açtı, çok sessizce davranmıştı yolcunun hiçbir şeyden haberi olmayacaktı. Kapıyı kötü niyetleriyle açtı odada ışık yoktu ama yıldızların ışığı içeriye hafif bir aydınlık veriyordu adam yatağa baktı. Yatak boştu korku ve heyecan duydu kapının öteki tarafına banyoya doğru baktı gördüğü şey karşısında elindeki bıçağı düşürdü. Karşısında yolcu duruyordu ellerini çeviriyor sessizce sözcükler mırıldanıyordu elinin içinde çevirdiği noktanın tam ortasın önce küçük bir ışık gördü ardından ışık büyüdü ve bir alev topuna dönüştü. Adam yüzünü buruşturdu birazdan ölecekti boşu boşuna bok yolunda ölecekti bir yolcuyu öldürmeye nasıl çalışırdı, gördüğü son şey üzerine doğru gelen alev topu ve yolcunun gözleriydi alevde parlayan nefret dolu o gözler… Alev topu adama çarpar çarpmaz onu geriye fırlattı ve adamı yaktı göğsünde koca bir yarık oluşmuştu koridora kızarmış et kokusu yayıldı ama bu kuzu eti değil insan etiydi.

Kuzeydeki adam çığlıklar atmaya başladı arkadaşı demin yanmıştı cama doğru koşmaya başladı odadan o an Merav çıktı adamı görür görmez düşürdüğü bıçağı aldı ve arkasından salladı adam ipe tutunmaya çalışırken sırtına saplanan bıçakla kuleden aşağı uçtu. Merav hocasının yanına gitti korumalar sese odaya gelmişlerdi utanç içinde adama iyi olup olmadığını soruyorlardı. Odaya Merav girdiğinde hocası ona döndü ve

“Hazırlan gidiyoruz” dedi Meravda başını sallayarak onayladı.

Büyücülerinde yardımıyla sabaha hazırlanmışlardı iki yolcuya da yiyecek, büyüler için gerekli malzeme ve silah verilmişti en iyisiyse verdikleri atlardı Kasıdur atlarıydı bunlar güçlü ve hızlıydılar. İki yolcuda kuzeye baktılar ardından da atlarını sürmeye başladılar. Kendilerini öldürmeye çalışanlar bunun bedelini ödeyeceklerdi artık sadece ödül için değil intikam için de yapılan bir görevdi bu iki yolcuda büyük kin taşıyorlardı ve yollarına çıkacak kişilere kinlerini düşünmeden kusacaklardı.

Theme: Elation by Kaira.
Cape Town, South Africa